3 Eylül 2013 Salı

44 Malatya

MALATYA

Mercimek Hatun Efsanesi

Bir zamanlar, Eski Malatya’da (Battalgazi) çok varlıklı, genç ve dul bir kadın yaşamaktadır. Parası, malı mülkü sayısızdır. Bunun için de evlenmeyi aklından geçirmez. Zamanını işine, gücüne ayırır, yoksullara, yolda kalanlara, yetimlere, öksüzlere yardımcı olur, çeşmeler ve yollar yaptırır. Bağında, bahçesinde çalışan ve öteki işlerini görenlerle misafirleri için pişirilen yemeklere konulan tuz yarım kırattır. (Kırat, 15 kg buğday alan tahtadan yapılmış tahıl ölçeğidir.)
Darlığa düşenler, yolda kalanlar, işlerini kaybedenler doğru ona koşarlar. Mercimek Hatun da gelenin hiçbirini geri çevirmez, eli boş göndermez.
Mercimek Hatun, bir gün hamama gitmek ister. O günlerde şehirdeki 18 hamamı tek tek dolaşır. Gerek temiz olmayışları, gerekse yapıları itibarîyle bunlardan hiçbirini beğenmez. Bunun üzerine, Meydan başı Mahallesi’nde, çok güzel bir hamam yaptırır.
Gün gelir etrafındakiler, çalışanlar, kadıncağızı zor durumda bırakarak hizmetinden uzaklaşırlar. Mal-mülk ortada kalır. Tarlalar sürülmez, ekin ekilmez, bakımsızlıktan bahçeler mera haline dönüşür. Mercimek Hatun elinde kalan son parasını da harcayıp bitirince görülmedik bir yoksulluğa düşer. O kadar ki, yıkanmak için tas yerine karpuz kabuğu kullanmak zorunda kalır. Bu durum dürüst halkı da çok üzer. Artık yolun sonuna gelinmiştir. Yapılacak bir şey de yoktur.
Yalnız, Mercimek Hatun kendisini seven ve haline acıyanlara son bir vasiyette bulunur. Öldüğünde mezar taşına aşağıdaki sözlerin yazılmasını rica eder. Günü gelince Mercimek Hatun da her canlı gibi bu dünyadan göçünü yükler. Kendisini Kırklar Mezarlığı’na gömerler. Sevenleri, mezar taşına istediği şu sözleri yazdırırlar…
“Ben bir Mercimek Hatun idim, kendi başıma, Günde yarım kırat tuz
giderdi aşıma Onsekiz hamamdan bohçamı getirttim Bir hamam yaptırdım
Meydan başına Öyle bir zaman geldi ki!… Aman Allahıml… Karpuz
kabuğuyla su döktüm başıma…”
Ölümünden sonra mezarlığa uğrayanlar, koca bir varlıktan müthiş bir darlığa düşen bu kadın için gözyaşı dökerler. Daha sonraki yıllarda mezarlık bakımsız kalır. Mezar taşlarının bazıları dış ülkelere götürülür. Bazı taşlar ise bina yapımında kullanılır. Bu arada Mercimek Hatunun yazılı mezar taşı da ortadan kaybolur…

Fatmacık Kayası Efsanesi

Efsanemiz adını bundan üç asır önce yani XVII. yüzyılda yaşamış olan “Sadrazam Mehmet Paşa’dan almış bulunan, Darende’nin şirin bir köşesi olan Mehmet Paşa Mahallesi’nde geçer.
Bu efsanede adı geçen Fatmacık Kayısı Darende ilçesinin, Mehmet Paşa Mahallesi’nin karşısında yer alan Suvacık Tepesi’nin biraz aşağısındadır.
Efsaneye göre Mehmet Paşa Mahallesi’nde orta halli bir aile yaşarmış. Ancak evin adamı öldüğü için evin geçimini koyunları bazen evin ihtiyar kadını bazen de gelini mahallenin hemen karşı tarafında bulunan ve etekleri mahallenin bahçelerine kadar uzanan Suvacık Tepesi diye anılan dağa yaymaya götürürlermiş.
Bir gün evin ihtiyar kadını hasta olduğu için gelinine koyunları bu gün sen götür yay ben hastayım demiş. Adı Fatma olan geline mahallede dili tatlı, yüzü güleç olduğu için “FATMACIK” derlermiş.
İşte Fatmacık gelin, küçük çocuğunu da beşiğiyle birlikte alarak Suvacık tepesine koyunları yaymaya gitmiş. Kendisi çocuğu uyutmak için beşiği ninni çağıra, çağıra sallarken aç olan koyunlar Fatmacığın yanından yayıla, yayıla uzaklaşıp gitmişler. Fatmacık biraz sonra etrafına bakınca koyunları görememiş ve sağa, sola bakarak aramış, taramış; koyunları bulamayınca acaba geri eve mi kaçıp gittiler diye düşünmüş ve çocuğu da beşikte uyuduğu için eve götürmeye kıyamamış, orada bırakarak hemen eve gidip bakayım koyunlar gitmişler mi? diye söylenerek Suvacık Tepesi’nden hızlı, hızlı inmeye başlamış. Koşa, koşa eve varmış hasta yatağında yatan kaynanasına ben tepede koyunları yitirdim acaba eve mi geldiler diye bakmaya geldim demiş.
Aslında titiz mi- Titiz, cimri mi Cimri olan kaynanası “Gelin koyunları ister evde ister dağda bul ama bulmadan gelme yoksa seni akşama oğlana der biri iyice kötek attırırım demiş.” Fatmacık koyunları evde bulamayınca acele, acele Suvacık Tepesi’ne gitmiş bakmış ki çocuk halen mışıl, mışıl uyuyor başlamış koyunları aramaya ve aramış aramış bulamayınca naçar kalıp beşiği de iki eliyle kucaklayıp ağlaya, ağlaya Suvacık Tepesi’nden inmeye başlamış.
Tepeden inerken uzaktan evleri ile karşı, karşıya gelmiş ve o anda kaynanasının sözlerini hatırlamış ve ben şimdi eve nasıl gideyim diye korkmuş, beşiği kucağından indirip yere koymuş. Bu arada çocukta uyanmış ağlar dururmuş, çocuğun ağlaması ve kendisinin korkudan ağlaması ile kaynanasının sözleri birbirine karışınca Fatmacık iyice yüreklenmiş ve efsaneye göre Allah’ım koyunları bulamadım, kaynanam bana akşama kötek attırır konu komşuya rezil eder, dayak yiyip ve konu, komşuya rezil olmaktansa “YA BENİ TAŞ ET YA DA KUŞ ET” diye yalvarmış. İşte o anda hava birden kararmış bir uğultu gelmiş ve Fatmacık gelin çocuğu içinde beşiği ile birlikte taş olmuş. O gündür, bu gündür bu taş Mehmet Paşa Mahallesi’nin karşı yamacında Suvacık Tepesi’nin biraz aşağı kısmında yüksekliği yaklaşık üç, dört metre çevresi bir buçuk iki metre olarak ayakta durmaktadır.
Fatmacık kayasının baş kısmı yuvarlakça olup, boyun kısmına doğru hafif incelir vaziyettedir. Ayrıca yanında koca bir sandığa benzer bir de taş bulunmaktadır ki işte bu da Fatmacık gelininin beşiği ile birlikte çocuğu denilmektedir.
Şimdiye kadar dimdik ayakta duran bu Fatmacık kayası diye anılan taş daha nice yıllar bu efsanenin cansız bir abidesi olarak karşımızda duracaktır.

Gıdı -Gıdı Kuşu Efsanesi 

Efsaneye göre o zaman ki adı Derindere olan Darende ilçesinin Kılıçbağı Mahallesi’nde öz anaları ölmüş, babaları da bir başka kadınla evlenmiş. Biri sekiz yaşında biri de on yaşında, küçüğü kız, büyüğü oğlan iki çocuk varmış. Üvey anaları bu çocukları çok mu çok döver hiç bakmazmış. Üstelik babaları da üvey analarının sözüne kanar çocukları bir de kendisi dövermiş.
Efsaneye göre babaları evlerine bir keçi almış. Bu keçinin de iki tane gıdiği (yavrusu) olmuş. Bir gün üvey anaları bu gıdiklerı (Keçileri) yaymak için çocukların önüne katar. Çocuklar da kendi bahçelerinde gıdikleri yayarlarken aralarında oyuna dalarlar. Çocuklar oynarken gıdıklar da birbirlerini toslayarak bahçeden çıkıp gitmişler. Çocuklar da aradan epey zaman geçtikten sonra bir bakmışlar ki gıdıklar bahçede yoktur. Aramışlar, aramışlar bulamamışlar ve gelip üvey analarına söylemişler. Üvey anaları da çocukları iyice dövmüş ve gidin gıdıkları bulup getirin demiş. Çocuklar da tekrar gıdıkları aramaya başlayınca zaman geçer akşam olur. Hava kararır. Bu defa çocuklar büsbütün korkarlar. Bu arada da evin yolunu şaşırırlar. İkisi de korkudan titreyip dururlarken çocukların büyüğü olan oğlan, bacısına der ki gıdikleri bulamadık yolumuzu da yitirdik eve gidemiyoruz. O zaman biz de Allah’a yalvaralım da bizi burada bir kuş etsin de üvey anamızın ve öz babamızın dayağından kurtulalım demiş. Hemen ikisi birden ellerini kaldırıp Allah’a yalvarmışlar “Allah’ım nolursun bizim ikimizi de kuş et” demişler ve orada kuş olmuşlar, uçup gitmişler.
Aradan günler geçmiş. Bir gün kendi evlerinin damına gelip konmuşlar ve şöyle ötmüşler “Gıdı – Gıdı buldun mu, Gıda – Gıda buldun mu diye bir hayli ötüşmüşler.
O günden sonra da bilhassa akşam karanlığında uçar ve geceleri de Gıdı Gıdı buldun mu? diye öter dururlarmış. Bir gün bir avcı hava kararmak üzereyken avdan dönüyormuş bahçeler arasında ağaçta garip bir şekilde öten bu kuşlardan birini görmüş. Kuşun uçmasına fırsat vermeden avcı silahıyla kuşu vurmuş, öldürmüş.
Günümüzde de bu kuşun yaşadığı sanılıyor. Bu yörede bilhassa güneş batıp da hava kararmaya başlayınca, gecenin ilerleyen saatlerinde bu efsaneye konu kuşun sesinin geldiği söylenir. Bu nedenle kuşun adı” GIDI -GIDI Kuşu”dur.

Gülhanım Efsanesi

Arguvan’ın köylerinden biri olan Morhamam köyünün ilk adının Gülhamam olduğuna dair bir efsane vardır. Morhamamlı yaşlılar bu efsaneyi devamlı anlatırlar. Efsane şöyledir :
Gülhamam o zamanlar yedi büyük mahalleden meydana gelen bir yerleşim yeriymiş. Mahalleler Uzunoğlan, Ören, Karaağıl, Pörsüklük, Yoncalık, Lolik ve Köybaş’nda yer alırmış (Bu bahsedilen yerler şimdi tarla halinde olup, küp kırıkları, ev temelleri, kül kalıntıları çıkmaktadır. Hatta şimdi Uzunoğlan Değirmenbaşı tepesi bir yığma tepe özelliğini korumaktadır.)
Bir gün Gülhamam’a at sırtında bir ermiş zat gelmiş. İsmi Derviş Ali imiş. Bütün mahalleleri ev ev, kapı kapı dolaşmış, kimse tanrı misafiri olarak kabul edip evine konuk etmeye yanaşmamış. Çok yorgun ve aç olan Derviş Ali, bugün orta mahalle denen yerde geceyi geçirmiş. Sabahleyin kalktığında köylülere o kadar çok darılmış ve kızmış ki, “Burası nasıl Gülhamam olur, olsa olsa Morhamam olur” demiş. Atına binip birden kayıplara karışmış.
Şimdi köyün orta mahalle denilen yerinde, bir Devriş Ali Düşeği vardır. Düşek; konaklanılan yer anlamına gelmektedir. Derviş Ali Düşeği, tek gözlü, düz damlı taştan bir yapıdır ve köylüler bugün bir rüya görüp, onun hayra çıkmasını dilediklerinde, ölüleri için lokma çıkarttıklarında ve “Abdul Musa Aşı Törenlerinde” hurda kurban kesip köylüye dağıtmaktadırlar.




2 yorum:

  1. Çok saçma ve az hııh bunlar kendilerini ne sanıyprlar

    YanıtlaSil
  2. Üstteki abes yorum burayı ziyadesiyle işgal etmiş. Git evvelâ bir yazmayı öğren evladım.

    YanıtlaSil